Risk Toplumu ve Salgının Toplumsallığı
AGS Global ailesinin yeni üyesi, araştırmacımız Janset Demircan Covid-19 dünyasında bir risk toplumu okuması yapıyor.
Büyük bir tehdit olduğu kadar fırsat boyutu da olan pandemi, kendisiyle mücadele konusunda bizlere çok şeyi hatırlatmış durumda. Başkasının kaybına fırsat olarak yaklaşmak değil de başkasının kaybına karşı mücadele etmek…
Elbette bu olumlama ile bitmiyor mesele. Bu meselenin zaten başından beri konuşulan, hayatımızı çok yönlü bir şekilde sekteye uğratan yanları var. Öyle sanıyorum ki, şu an hayatta olan birçok insan böylesine hızlı toplumsal değişme dinamiklerine şahit olmamıştır. Toplumsal ve kültürel değişmeler ziyadesiyle daha uzun süreçler alarak yaşamımıza sirayet etmekte. Oysa ki Covid-19 pandemisinin ilk gününden itibaren hayatımızın içerisindeki tüm alışkanlıklarımızı ayrı ayrı değil bir arada değiştirdik. Bu zorunda kaldığımız değişimden geriye dönüş olup olmadığını da bilemiyoruz üstelik.
Yeni normal diye adlandırılan, esasında hiç de normal olmayan ve bir daha normal olup olmayacağı da kestirilemeyen bu zamanlarda her şeyi rayında yürütmek hiç de kolay değil elbette. Fakat negatif diyalektik yapacak olursak şayet, “anormal durumlarda anormal insan davranışları normaldir” diyebiliriz. Bununla birlikte birçok alanın çizgileri eriyip birbirine karıştı. Birçok alanda hakimiyet ilişkileri de birbiriyle ilintilendi, bütünleşti. En basitinden üretim ve yeniden üretim alanları iç içe geçti. Hangisinin nerede başlayıp hangisinin nerede bittiğini anlayamıyoruz. Bu pek tabi kısa vadede kapitalist sistemin çok seveceği bir vaziyet olurdu. Hem üretim hem de yeniden üretim maliyetlerinde ciddi bir tasarruf söz konusu. Bunun yanında büyük bir vakit kazancı da sağlıyor. Evet teorik olarak bakıldığında işleryolunda gibi gözüküyor. Ancak hayat teori ile pratiğin bir bütünüyse eğer, şu zamanda bir bütün elde edemediğimizi söylemek durumundayız. Parçalı bir bütünlük içinde düzen arayışlarımız hala bitmiş değil. Zamandan kazanıyoruz, mekandan kazanıyoruz ancak bunun karşılığında neler kaybediyoruz?
Bu sorunun cevabını birçokları zaten tecrübe etmiş durumda. Çünkü her şeyden öte insan toplumsal bir varlık ve ancak kendi toplumsallığı içerisinde üretken bir konumda olabilir. Bu, toplumsallaşmadan alıkonmuş bir insanın üretkenliğine ciddi anlamda ket vurulması anlamına gelir. Yani bizi besleyen birçok şeyden mahrum kalmış durumdayız. Akraba ve arkadaşlarla bir araya gelme, kültürel faaliyetler, eğlence aktiviteleri ve daha birçokları…
İşte bütün bu mefhumlarla aslında bahsettiğimiz toplumsallığa ne kadar ihtiyacımız olduğunu farketmiş oluyoruz belki de Covid-19 pandemisiyle. Kendi kendimizin farkına vardık bu birkaç ayda. "Yeni normalleşme" denen anormal dönemde, bir yandan pandeminin seyriyle ilgili belirsizlik sürerken diğer yandan sanki evlerimize kapandığımız üç ayın acısını çıkarıyoruz. Görüyorum ki insanlar tüm risklere rağmen bir arada olmaya ve temas etmeye devam ediyor. Aksi zaten mümkün değil. Sadece fiziksel temas değil, duygusal temastan da bahsediyoruz. Bir yere kadar virüsün riskinden dolayı çekincelerimizi, korkularımızı barındırabiliyoruz ancak bir noktadan sonra insan olmanın verdiği hissiyat bizi başka insanlarla ilişki kurmanın elzem olduğu düşüncesi etrafında topluyor.
Ünlü sosyoloji teorisyeni Ulrich Beck modern toplumu "risk toplumu" olarak ifade eder. Riskler insanlık tarihi kadar eski yani modernleşme ile icat olmamış olsa da günümüzdeki riskler ekolojik ve teknolojik riskler ve tüm dünyayı tehdit etmekte. Öngörülemez ve tahmin edilemezler ve tam da bu nedenle onlara karşı önlem almak güç. Belirli bir bölgede ortaya çıkıyor ve ardından tüm dünyaya yayılıyorlar. Belki de daha da önemlisi modern toplumdaki riskler geleceğe yönelik olup onu etkilemesiyle modern öncesi dönemdeki risklerden ayrışıyor. Esasında bu risk toplumuna en çarpıcı örnek olarak Çernobil verilebilir ki teorisyenimiz bu kuramını Çernobil faciasından hemen önce geliştirmiştir. Covid-19 pandemisi ise doğal olarak ortaya çıkmış modernleşme öncesi döneme ait bir salgınmış gibi görünse de özellikle kısa bir sürede tüm dünyaya yayılması geleceğimizi etkisi altına alması açısından aslında tam olarak risk toplumu olduğumuzu kanıtlar nitelikte. Üstelik belirsizlik ve pandemi meselesinin öngörülemezliği, birçok meseleyle birlikte tıbbi önlemler alınabilmesini zorlaştırmıştır. Ancak küresel düzeyde verilen pandemi mücadelesi ise tam da risk toplumunun risklerle yaşamaktaki başarısına işaret ediyor belki. Bizi evlere kapatan, yalnızlığa sürükleyen bu virüs sanılanın aksine toplumsal dayanışma bağlarını zayıflatmak yerine bize mücadelenin ehemmiyetini göstermiş olabilir.
Başka bir açıdan ise tüm bu pandemi sürecinin öncesinde, gündelik hayatın akışı içerisinde farkına varamadığımız birçok meslek dalının aslında ne kadar mühim olduğunu fark ettik. Mesela çöp toplayıcılar... Aslında çöplerimiz bir gün dahi alınmadığında nasıl bir aksaklık olabileceğini hiç düşünmemiş olabiliriz. Ya da market çalışanları, fırıncılar, kuryeler…
Bugün aslında tıbbın alanına giren bir virüs, toplumsal hayatın akışında yarattığı kırılmalarla bize toplumsal yapıda ortaya çıkan aksaklıkları çözme konusunda sosyal bilimlere büyük bir ihtiyaç olduğunu da söylüyor. Zira Sağlık Bakanlığı'nın da Bilim Kurulu'nun yanı sıra bir de Sosyal Bilimler Kurulu oluşturmasının sebebi bu ihtiyacın karşılanma arzusunu ortaya koyuyor. Bu salgınla mücadelenin önemli koşulu toplumsal güven duygusunun inşa edilmesi. Bu inşa sürecinde de en önemli rolü üstlenmesi gerekenler arasında sosyal bilimciler de sayılmalı.
Janset DEMİRCAN, Araştırmacı, AGS Global
AGSSocial: Sosyo-Ekonomik Araştırmalar ile paydaşlarımız için en net, gerçek ve güvenilir verileri, güçlü içgörüler eşliğinde sunuyor, hızla dönüşen toplumsal beklenti ve taleplere kulak vermenizi sağlıyoruz.