Bilgi Talep Formu

Pandemi Günlerinde Yeni Blogumuz: "Metamorfoz"

Kurucu Ortağımız Ahmet Güler, Covid-19 salgınının dünyayı esir aldığı günlerde insanlığın içinden geçtiği başkalaşım ve dönüşümü ele aldı.
blog image

Simon Thomas kendi döneminde harika bir doktordu. Bir gün yaşlı ve veremli bir hastanın evinde onunla tesadüfen tanıştığımı hatırlıyorum. Onu tedavi etmenin yollarını anlatırken hastasına bir yolun, benim ona arkadaşlık edeceğim fırsatlar yaratmak olduğunu söyledi. O zaman gözlerini benim yüzümün tazeliğine ve düşüncelerini gençliğimin verdiği aşırı mutluluk ve dinçliğime odaklayabilirdi; bütün duyularını gençliğimin çiçeğiyle doldurursa durumu iyileşebilirdi. Bu arada benimkinin kötüleşeceğini söylemeyi unuttu’ diye anlatıyordu bir hatırasını, sesi çağları aşan büyük denemeci Montaigne.

Bugün de tıpkı verem gibi bir akciğer, solunum hastalığıyla sınanıyor insanlık. Şüphesiz içinden geçtiğimiz süreç gerek tüm cesametiyle dünyanın üzerine kara bir bulut gibi çöken ve her saniye güncellenen rakamlar gerekse yarattığı maddi tahribat itibariyle 16. yüzyıl ikliminden çok daha sert seyrediyor. Montaigne’in döneminden bir diğer farkı da, yaşlı ve hasta olanlarla temasın minimize edilmesi. Yaşlılarımızın yanı başında onlara “yaşam enerjimizi bağışlayacak” genç özneler olmamız bile bizden esirgeniyor. Tuhaf bir şekilde gençlik yine kutsansa da – Koronavirüs’ün gençlerdeki tahribatının düşük olması vs,. teknolojinin bize bağışladıklarıyla yetiniyoruz. Telefonun ya da kameranın diğer ucunda görüntü ya da sesle başta yaşlılarımızla ve sonrasında birbirimizle “titrek bir moral” alışverişinden başkası elimizen gelmiyor. Gelgelelim insan fıtrat olarak aynı insan ve karamsarlık halen en hızlı yayılan, sirayet eden duygusal bir virüs olmayı sürdürüyor.

 

 

Aralık ayında Çin’in Wuhan eyaletinde patlak verdiği zaman adına Covid 19 denilmişti. Biz ise meselenin ciddiyetini duyunca değil ancak kapımıza dayandığında yani bizatihi aktörlerine dönüştüğümüzde idrak edebildik. Zira bu da, Baltasar Gracian'ın söylediği gibi kadim bir ademoğlu davranışıydı: "Gerçek genellikle görülür, ender olarak duyulur."

Koronavirüs ya da kolektif haıfzamıza gün be gün nakşolan ismiyle Covid 19 denen acı gerçekle kendi coğrafyamızda yüzleşirken, bir yandan da kayıplar vermeye başladık. Kayıp verdikçe karamsarlık şehirlerden taşraya bilmem kaç megabit hızıyla yayıldı. Evlere kapandık ve çevremizde olan bitenleri bir Nuri Bilge Ceylan filmi atmosferi gibi hissetmeye başladık. Kaygılı, kasvetli ve muğlak..

Evet bu muğlaklık kurcalıyor kafamızı. İnsanoğlu ilanihaye sürecek bir kaos korkusu yaşıyor. Bu belirsiz ve namütenahi pozisyondan bir an önce kurtulmak istiyor. Evlere kapanma, iş yapamama, üretememe, alamama veya satamama değil esas konu. Esas konu hepimizi şekillendiren projeci ruh! Bizleri sarıp sarmalayan bir ‘deadline’  beklentisi. Yani bitiş tarihi..

Elbette acı gerçekleri hiç acımadan yüzümüze çarpıyor doğa. Doktorlar bağışıklık sistemimize dikkat etmemizi öneriyor. Oysa asıl dünya kendi bağışıklık sistemini düzene sokmak için frene bastı ve bedelini ödetiyor. Hiç acımadan onun ciğerlerine, midesine ve bağırsaklarına saldırdığımız için bizi enfeksiyon olarak görüyor ve kendisine en fazla saldırılan yerden başlayarak intikamını alıyor. Sünnetullah böyle çalışıyor belki de ve kim bilir dünya sağlığına kavuşunca tekrar düdüğü çalacak ve ademoğlu kaldığı yerden devam edecek. Esbaba tevessül edenlerin etmeyenlerle beraber yani kurunun yanında yaşında yanacağının dersini verdi doğa.

 

 

Birey ve toplum davranışı üzerine yapılan araştırmalarla sabit ki, birbirine rakip veya düşman iki grubu yan yana getiren iç görü onları ortak paydalarda buluşturmak değil. Onları ortak düşmanda bir araya getirmektir. Daha geçen ay Suriye veya Doğu Akdeniz’de kopan fırtınaları ne Soçi ne Astana ancak Korona dindirebildi. Özellikle müreffeh batının ihraç etmeye gayret ettiği tüm darbe girişimleri, seçim manipülasyonları, savaş çığırtkanlıkları..hepsi yerini insanlığın ortak düşmanıyla mücadeleye bıraktı..

Tabi şimdilik…

Evet elbette insan nisyan ile malul ve bu günler unutulur. Akif’in muhteşem dizeleriyle;

‘’Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

Tarih’i tekerrür diye tarif ediyorlar

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?’’

Palyatif ve arızi bir durumun ilanihaye sürmeyeceğini bilmekte fayda var. Fakat ister ibret alınsın ister alınmasın, ister unutulsun ister akıllara kazınsın düdük çalıp yeniden başladığımızda yeni bir zaman ruhu karşılayacak bizi. Dramatik başkalaşım ve dönüşümler yaşayacağız.

Örneğin sosyal devletin bir adım daha ötesini yani sosyal refah devletini konuşacağız. Yine ulus devletlerle, bazıları birçok ulus devlet kadar ekonomik hacmi olan çok uluslu küresel şirketlerin bilek güreşine şahit olacağız. Ancak hepsinin ötesinde aradığı meşruiyet ve referans hazinesi kendisine altın tepsiyle sunulan bir teknolojik dönüşümü yaşayacağız.

Evlerde bizi dijitalleştirerek ihtiyacımızı karşılayan tüm çözümlere balıklama atlayacağız.

Sektör farketmeksizin şirketlerin ajandalarının en başına; Yapay Zekayı, Big Datayı, Nesnelerin İnternetini, Blok Zincirleri, 3D Yazıcıları, Biyoteknolojileri, Nöroteknolojileri ve Artırılmış Gerçeklikleri yazmaya mecbur olduğu bir çevik dönüşüm sürecine giriyoruz. Üstelik yukarıda da ifade ettiğim gibi efsane olmaktan çıkmış, meşruiyetini sağlamış bir dijital dönüşüm bu. Koronavirüs “gelmekte olanı” daha önce çeken bir faktör sadece.

Her sektöre özgü teknolojik dönüşümleri yerine getirmek ise yine elbette yetmeyecek. Zira bu kısım işin doğal seleksiyonu zaten. Yani hayatta kalmaya yarayacak. Fark yaratanlar ise bu dönüşümlerine hikaye katan ve insanların mantığının yanı sıra duygularına da hitap edebilen kişiler ve kurumlar olacak.

Zira insan madden ihtiyaçlarının karşılanmasıyla mutmain olmuyor, manen de ruhunun doyurulmasını istiyor. Mutmain kelimesini bilerek kullandım çünkü mutluluk peşinde koşmanın çok ötesinde bir erdem arayışıdır “itminan”. O yüzden maçlar şifresiz olsa hatta sanal gerçeklik ile salonumuzda 3 boyutlu oynansa bile yine stadlar hınca hınç dolacaktır. Zira insan o ruhun, atmosferin, mutmain olmanın peşinde koşmaya devam edecektir. Konserler binlerce kişiyi ağırlamaya devam edecektir çünkü ademoğlu, organik bir parçası olduğu ruhsal ekosistemden kopmak istemeyecektir.

Teknolojiyi doğru bir şekilde araçsallaştıranların ve insan duygusunu yakalayabilenlerin, yani hem zihne hem kalbe dokunabilenlerin bayrağı dalgalandırabilecekleri bir çağın başlangıcındayız.

 

 

Aslına bakarsanız, bundan 2300 sene önce Büyük İskender ve askerlerinin taşıdığı ruh hiç evrime uğramadı.

Pers kralı Darius'un uzun süren eziyetli takibi askerleri öylesine hırpalamıştı ki, özellikle de su ihtiyacı nedeniyle çoğu vazgeçmeye hazırdı. Onlar böyle sıkıntı çekerken, bir nehirden aldıkları suyu merkeplerinin üzerindeki deri heybelerde taşıyan bazı Makedonyalılar öğle vakti tesadüfen İskender'in olduğu yere vardılar ve neredeyse susuzluktan ölmek üzere olduğunu görüp bir miğfere su doldurarak ona sundular... İskender miğferi eline alıp etrafına bakındı, ellerini uzatmış hevesle suya bakanları görünce tek bir damla bile içmeden teşekkür ederek suyu geri verdi. "Eğer," dedi. "Ben tek başıma içersem diğerleri cesaretlerini kaybedecekler." Askerler onun bu konuda kendine hakim oluşunu ve yücegönüllüğünü görür görmez hep birden kendilerini ileri götürmesi için haykırıp atlarını kırbaçladılar. Böyle bir kralları olduğu için yorgunluk ve susuzluğa meydan okuduklarını ve kendilerini neredeyse ölümsüz olarak gördüklerini söylüyorlardı.

Antik Roma’dan bu yana çok fazla şey değişti ama yüce gönüllülüğe olan zaafımız hiç değişmedi. Bu ise mutlu olmanın çok ötesinde bir tatmin duygusu oluşturmaktan geçiyor. Devlet, bireyler ya da şirketler.. Hangisi olursa olsun, başını dijital dönüşümün çekeceği yeni döneme çevik bir şekilde adapte olurken “yüce gönüllük” hasletimizi daha fazla derinleştirmemiz gerekecek.

Madem Montaigne ile başladık yine O’nunla bitirelim;

''Eğer mutlu olmak istiyorsanız bu kolay.
Başkaları kadar mutlu olmak istiyorsanız bu imkansız.
Çünkü biz, başkalarını, olduklarından daha mutlu sanırız. ''

Ahmet GÜLER, AGS Global Kurucu Ortak

Markalar Yeşil İhracatla Büyüyecek

01 Ağustos 2024 | BÜLTEN

Flash Haber'de İşin Seyri'ne Konuk Olduk

25 Eylül 2023 | BASINDA AGS

Gençlik: Algılar ve Ötesi

02 Aralık 2020 | BLOG

TVNET "Makroskop" Programına Konuk Olduk

30 Mayıs 2020 | BASINDA AGS

17. MÜSİAD Expo'da Yerimizi Aldık

25 Kasım 2018 | BÜLTEN

İş Dünyası ABD'ye Güvenmiyor

06 Şubat 2018 | BÜLTEN

AGS Global, TÜAD Ailesine Katıldı

01 Aralık 2017 | BÜLTEN

Bir Öykü.. AGS Global

05 Ekim 2011 | BLOG

Hedefe ulaşmanız için sizinle çalışmaya hazırız